23 Ekim 2009 Cuma

"sonbahar"


son yıllarda seyrettiğim ve belki de yıllar sonra şöyle bir düşündüğümde bile en iyisi olarak kalacak yegane filmlerden "sonbahar".

gösterime gireceği günü heyecan içerisinde beklemiştim, seyrettiğim gün üzerinden neredeyse bir yıl geçti, hala bir tulum sesi duyduğumda ellerim buz tutuyor.

bu filmi, müziklerini, bende bıraktıklarını, benden aldıklarını, sızlamalarımı, susmalarımı, kayboluşlarımı ve adını koyamadığım her şeyi anlatabilecek tek bir sözcüğüm dahi olsaydı, sanırım şair olurdum ve sanırım sevgili haydar ergülen'in dediği gibi "kırk şair birden olsam yazamam bir hevesi" kıvamınca, o bile yetmez anlatmaya...

özcan alper, az sözcükle çok şey anlatmanın yolunu çizmiş bu filmde. kimse "çok duygusal film, ne çok ağladık" "o ne güzel kızdı, ne aşktı" gibi cümlelerle çıkmadı filmden. ankara'nın bir sinemasında, kendince bir salonundan, ceplerinde suskunluklarla çıktı bir sürü seyirci bu filmden sonra...tek kelimeyle değil, binlerce kelimeyle muhteşem final sahnesiyle, derinden vurdu seyirciyi. ölümün belki de en karlı sahnesiydi şahit olduğumuz...ve suskun.

müzikleriyle tüm seyirciye birer bıçak hediye etti ve filmden günler sonra bile herkes kendi yarasını deşti eminim o bıçaklarla
seyirciye çok şey bıraktı özcan alper bu filmle. seyirciyi aldı filmin içine, kimi cümleleri onlara tamamlattı. anne karakterindeki teyzeye hayran bıraktı, hemşinceyi (ki böylesine içten söyleyişler dil değilse nedir bilmiyorum) adeta ayağa kaldırdı. anlamadığın bir dilde bile hüzün nasıl hissedilir gösterdi...

sevgili alper bu filmde bir şeyi çok ama çok iyi yapmış, derinden, sessizden içinde bardaklar kırdı insanların, kimseyi ağlatmadı öyle göstere göstere...kendi kariyerinde çıtasını epey yükseltti alper, umarım bir sonraki filmi de bu denli etkileyici olur, olmasa da sorun yok sonbahar yeter bize.

seyredin...seyrettirin ve bir devrin acılarını unutturmayın...

bu da filmin kendi sitesi; http://www.sonbaharfilm.com/ntr/

filmi ilk seyrettiğimde isminin "nefes" de olabileceğini düşünmüştüm. fena olmazmış aslında. şimdilerde filmde yusuf'u canlandıran
onur saylak'ın atv'nin "nefes" adlı dizisinde oynadığını görünce gülümsemeden edemiyorum :)

evet evet seyredin sonbahar'ı...gözlerinizi kapatıp yusuf'un ağıdını dinleyin...

3 yorum:

  1. merhaba, bloguma yaptığın yorum için teşekkürler, oradan da cevap verdim ama sana da bir şeyler yazmak istedim... Tam bir şehir romantiği olarak Prag'a duyduğun tutkuyu çok iyi anlıyorum. Benim çok fazla tanıma şansı bulamadığım bir şehir. Ama mutlaka tekrar gitmek istediklerimden. Listemde çok üstlere çıkamaması onun değil, benim eksiğim, yeterince zaman ayıramamış olmam. Bu arada aklıma yıllar önce Fest turizmin sahibi Faruk Pekin'le yaptığım röportaj geldi. Dünyada gezip görmediği yer kalmamış biri. Kendisine en çok etkilendiği yerleri sormuştum. Cevabı hala aklımda, Kapadokya ve Prag!
    sevgiler...

    YanıtlaSil
  2. sanırım pekin'i çok iyi anlayabiliyorum, kapadokya için "şiirsel" ifadesini kullanıyor. bana göre kentlere bu şiirselliği veren en temel öğe "taş"...taşın dokusu, tarihselliği, yıllar boyu bünyesinde taşıdığı anılar, acılar, mutluluklar. sanırım benim için prag kadar kıymetli bir de mardin var. taşın şiire dönüştüğü, şiirin taş olup toprağa dokunduğu bir kent.
    pekin'le gezmek ayrıcalığını tatmak isterdim doğrusu prag'ı da kapadokya'yı da dünyanın birçok kentini de...

    YanıtlaSil
  3. Taş gerçekten de "ruhu olan" bir malzeme. Mardin ise benim de ilk fırsatta görmek istediklerimden...

    YanıtlaSil